29 Ocak 2015 Perşembe

ORTA ÇAĞIN ÖZGÜN TARİHÇİSİ: İBN HALDUN (1332 – 1406)

Dünyada çok az insan İbn Haldun’u duymuştur. Duymuş olanlar ise onu “İslam’ın çıkardığı en büyük tarihçi, filozof ve tüm zamanların en iyilerinden birisi” olarak tanımlamaktadır. Düşünürün şaheseri Mukaddime ise “kuşkusuz aklın tüm zaman ve mekânlarda ürettiği, türünün en büyük eseri” olarak tanımlamaktadır. Bu tanım temelsiz değildir. Mukaddime’de tarihin doğasının ilk sistematik değerlendirmelerinden birisini buluyoruz.


(İbn Haldun temsili resmi)

Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadrami (İbn Haldun) Tunus’ta (Tunus’un bugünkü başkentinde) Hicri 1 Ramazan 732 tarihinde (27 Mayıs 1332) dünyaya geldi. Ataları yüzyıllar boyu Endülüs’te egemen olmuş, sonunda Sevilla’yı 1248 yılında Hristiyan Kral III. Ferdinand’a teslim ettikten sonra Kuzeybatı Afrika’ya geri dönmüşlerdi. İbn Haldun babasından Kur’an, hadis ve Arap edebiyatına dayanan bir eğitim aldı, ayrıca önemli bir filozof ve İbn Rüşd ve İbn Sina’nın eserlerinin şarihi Abelli tarafından eğitildi.


(İbn Haldun yaşadığı Hafsi Krallığı ve Mağrib Bölgesi)

İbn Haldun maceralı bir hayat yaşadı. Tunus’ta yedi yıl kamu hizmetinde bulunduktan sonra, Fas’ın Fez kentine göç etti. Orada Merini Sultanı Ebu İnan’ın kâtibi oldu. Ancak bir esir prensi serbest bırakmakla suçlandığı için bu görevi uzun sürmedi. 1357 yılı Şubat ayında hapse atıldı ve ancak 1358 yılında Ebu İnan’ın vefatı üzerine serbest bırakıldı. Vezir Hasan bin Ömer tarafından görevine iade edilmişse de can güvenliğinden korktuğu için Endülüs, yani Granada’ya göç etti. Burada çok iyi karşılandı ve 1364 yılında Kastilya Kralı Zalim Pedro’ya elçi olarak gönderildi. Kısa süre sonra Afrika’ya geri dönerek Hafsi Sultanı Ebu Abdullah’ın vezirlik görevine getirildi. Siyasal sorunların artması üzerine ailesi ile birlikte Cezayir’deki Oran vilayetinde bulunan surlar içindeki Kul-et İbn Seleme köyüne sığındı. İbn Haldun burada Kitabü’l-İber, yani “Dünya Tarihi” adlı eserini yazmaya başladı. Bu eserin yazımına Kahire’ye taşındıktan sonra da devam etti. Orada kendisine hem müderrislik hem kadılık görevi verildi. Bu görevler en az beş kez alınıp iade edildi. Daha sonra İbn Haldun, Timurlenk’in ordularının saldırısı altındaki Şam’a düzenlenen bir sefere katıldı. Orada Timurlenk ile tanıştı ve onunla yaptığı tartışmalarını kaydetti. 1401 yılında Mısır’a döndü ve Hicri 25 Ramazan 808 (17 Mart 1406) tarihinde hayata veda etti.


(Timurlenk'in Şam Savaşını betimleyen bir minyatür)

İbn Haldun Ta’rif (otobiyografi) adlı eserinde yalnızca Kitabü’l-İber’den söz etse de, arkadaşı İbnü’l-Kahib onun ayrıca el Busrayi’nin Kaside-i Bürde’sine (Hz. Peygambere övgü) ve İbnü’l-Kahib’in hukuk üzerindeki şiirine şerh yazdığını; İbn Rüşd’ün eserlerinin büyük bir kısmının ve Fahreddin er-Razi’nin  el-Muhassal’ı, mantık ve aritmetik konusundaki tezlerinin özetlerini yazdığını belirtmektedir. Bunlardan yalnızca el-Muhassal’ın özeti günümüze ulaşmıştır.
Kitabü’l-İber üç ciltten oluşmaktadır: Birinci ciltte tarih ve toplumun doğası ele alınırken, ikincisinde Arapların tarihi ve üçüncüsünde Berberilerin tarihi ele alınmaktadır. Birinci cildin önsözü Mukaddime yani önsözdür. İbn Haldun burada şu iddiada bulunmaktadır:
“Önemli ve orijinal bir metot seçiyorum. Bu eserde medeniyet, kentleşme ve insanların sosyal örgütlenmelerinin temel karakteristikleri konusunda, okuyucuya bunların neden ve nasıl olduklarını açıklayacak tarzda yorumlar yaptım… Sonuç olarak okuyucu geleneğe körü körüne güvenmekten vazgeçecek.”(Mukaddime 1.11)


(İbn Haldun'un kendi el yazısı ile el-Muhassal eseri)

İbn Haldun tarihte fantastik öykülerin rolünü sorgulayan ilk kişi değildir. Ama o birçok tarihsel anlatımın neden yetersiz olduğuna ilişkin ekonomi, coğrafya, demografi, askeri strateji ve taktiğe ilişkin fikirlere yer vermesi yönüyle atalarından çok daha ileri gitmiştir. Örneğin Hazreti Musa’nın İsrail ordusu saflarında 600.000 kişi olduğunu saydığına ilişkin iddiaları eleştirirken üç neden saymaktadır. Birincisi, böylesine küçük bir ülke o kadar büyük bir orduyu besleyemezdi. İkincisi, böylesine büyük bir orduyu savaşta yönetmek çok zordu. Son olarak da ilk başta zaten böyle bir ordunun toplanması demografik olarak imkânsızdı.

(İbn Haldun'un tartışmalarını betimleyen bir minyatür)

 İbn Haldun ayrıca yalnızca önceki tarihçilerin başarılarını taklit eden tarihçilerin sıkıcı olduklarına ve yapay eserler ürettiklerine inanmaktadır. Bu konuda şunları yazıyor:
“Bu tarihçiler geçen zaman içinde uluslar ve toplulukların şartları ve geleneklerindeki değişimleri görmezden geliyorlar. Bu yüzden geçmiş hanedanlar hakkındaki tarihsel bilgileri ve ilk çağlara ilişkin olayların öykülerini, özü olmayan kabuk şeklinde, kınından çıkarılmış kılıç şeklinde, cehalet sayılması gereken bilgi biçiminde sunuyorlar. Çünkü neyin gerçek ve neyin konu dışı olduğunu bilmiyorlar.”(Mukaddime 1.9)
İbn Haldun’a göre bu tarihçiler ‘tarihyazımının maksadına dikkat etmeyi’ unutmuşlardır. Yazara göre buradaki maksat, tarihsel olayların ‘içsel anlamına’ ulaşmaktır. Bu çaba şunları içerir:
“Tarih, bir inceleme ve hakikate ulaşma girişimi; olup bitenlerin nedenlerini, nasıl başlayıp nasıl geliştiklerini inceliğiyle ortaya koymaktadır. Olayların nedenlerini ve nasıllarını derinlemesine bilmedir. Bu yüzden tarihin kökleri felsefenin (hikmetin) derinlerindedir. Onun için hikmet bilimlerinden sayılsa yeridir ve böyle kabul edilmeyi hak etmektedir.”(Mukaddime1.6)

(İbn Haldun'un en önemli eseri olan Mukaddime)

Tarihçilerin hakikate ulaşmak için “umran”a yani medeniyetlere şekil veren sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve fiziksel şartlara bakmaları şarttır. Umran’a bu yönden baktıklarında, tarih söylemin bir dalı olmaktan çıkar ve felsefeye kök salmış bir bilim haline gelir. İbn Haldun tarihin bilim olduğunu, çünkü önceki Müslüman düşünürlerin belirlediği üç ön şartı taşıdığını savunmaktadır: bir nesnesi (mevzuu) – insan toplumları, tarihsel olaylardan doğan kendi problemleri (mesail) ve olayların “içsel anlamı”nı bulma hedefi (gaye) vardır.

(İbn Haldun'un çalışmalarını betimleyen bir resim)

Hem kını hem kılıcı bulunan bir tarih yazma maksadını ilan eden İbn Haldun, medeniyetin karakteristiklerini genel olarak ve onbirinci yüzyıldan ondördüncü yüzyıla kadar Orta Çağ Mağrib bölgesi (Trablus ve Güney Tunus’tan Güney Fas’ın güneyine kadar olan kuşak)  tarihinin özgün karakteristiklerini keşfetme görevini yüklenmiştir. Yazar kitaba fiziksel çevrenin olaylar üzerindeki etkisinin analizi ile başlamaktadır. Bunu insanların sosyal doğasının tanımı, ilkel sosyal örgütlenmenin özellikleri ve daha yüksek toplum biçimleriyle ilişkisinin tanımı izlemektedir. İbn Haldun toplumları araştırırken liderlik ve hükümetin doğasına, ilkel toplumların nasıl daha gelişmiş toplumlar haline gelip daha sonra nasıl çöktüklerine odaklanmaktadır. Toplumun doğası ve toplumsal değişimler konusundaki fikirleri onun Orta Çağ’da Mağrib’in durumunun tanımlanmasıyla yumuşatılmaktadır. Burada yazar bedevi umran (kırsal, bedevi veya göçebe yaşamı)  ile hadari umran (kent yaşamı) arasında ayrım yapmaktadır. Buna göre İbn Haldun’un iki yaşam tarzı arasında yaptığı ayrım, Herodotos ve Titus Livius tarihleri gibi klasik eserlerde “katı” ve “yumuşak” toplumlar arasında yaptığı ayrıma çok benzemektedir. İbn Haldun’a göre bedevi umran medeniyetin gelişiminin ilk aşaması ve hadari umran’ın temelidir. İbn Haldun, bedevi umran içinde aynı zamanda çölün deve çobanı göçebeleri, yarı göçebe gruplar ve yerleşik çiftçiler arasında ayrım yapmaktadır. Hadari umran içinde ise şehirlerin yakınında yaşayanlar ile içinde yaşayanlar arasında ayrım yapmaktadır. Bu farklı gruplar değişik gelişim düzeylerini temsil ederler.
İbn Haldun’un değerlendirmesine göre kültür ve lüks yaşam hadari umranın en yüksek hedefidir, ama aynı zamanda medeniyetin gerilemeye başladığının da göstergesidir:
“Medeniyet bu hedefe ulaştığında, yozlaşmaya yönelir ve canlıların doğal yaşamında olduğu gibi, yaşlanmaya başlar.”
Ancak canlıların büyük çoğunluğunun aksine, hadari umran doğal nedenlerden dolayı ölmez. Bedevi umranın karakteristiklerini taşıyan halk tarafından yıkılır. Eskiyi yıkan galipler, eski devletin birçok özelliğini taşıyan yeni bir devletin temelini kurar. Bundan sonra bu devlet de hadari umran aşamasına doğru ilerler. Bu aşamaya gelince halk yine yozlaşmaya ve dolayısıyla yenilemeye yatkın hale gelir.
Bu döngünün kaynağı “asabiyet”tir. Asabiyet ancak bedevi umran şartlarında var olabilir. Hadari umran’ın ortaya çıkması asabiyetin kaybolmasına ve dolayısıyla devletin kaçınılmaz biçimde gerilemesine neden oldu. İbn Haldun hakkında yazı yazanların hemen hemen hepsi asabiyeti kendisine göre yorumlamıştır. Bu terim “devletin canlılığı, halkın yaşam gücü, milliyetçilik duygusu, halkın ruhu, sosyal dayanışma, grup dayanışması, ortak irade, grup olma duygusu, tüm siyasal ve sosyal organların mayasını oluşturan protoplazma, asalet, toplumun aristokratik yapısı, savaşta dayanışma, virtu, kabile fanatikliği ve kabile dayanışması” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır. Bu tanımların büyük çoğunluğu bir noktaya kadar doğru olsa da, Lacoste’un işaret ettiği üzere, bu tür farklılıkların varlığı, İbn Haldun’un bu unsurların bir birleşimini tanımladığını göstermektedir. Ayrıca asabiyet’in yalnızca soyut, tarihsellikten uzak bir kavram olmadığı, Orta Çağın Mağribinin tarihi ile sağlam bağlara sahip olduğu da açıktır.
İbn Haldun’un asabiyete odaklanması birçok yorumcunun onun laik mi yoksa dindar bir düşünür mü olduğunu sorgulamasına yol açmıştır. İbn Haldun, Mukaddime’de sıklıkla Kur’an’dan alıntı yapsa da İslam, asabiyeti kötülemektedir. İslami düşüncede iktidar ve liderliği hak eden asabiyet değil, takvadır. Bu açık çelişki, bazılarını İbn Haldun’un eserlerinin küfür olduğunu ilan etmesine yol açarken, bazıları da onun genelde laik bir düşünür olduğu sonucuna varmasını sağlamıştır.

(İbn Haldun'un ders verdiği Fas'taki Ebu İnaniye Medresesi) 

Ölümünden dört asır sonra İbn Haldun’un eserlerinin bazı parçaları gün ışığına çıkarıldı ve günümüz dillerine çevrilmeye başlandı. (1806) On dokuzuncu yüzyılda Mukaddime’nin yeniden keşfedilmesi ve tercümesi, sosyoloji ve tarihin bilimsel yapısı konusundaki eserlerin artışıyla aynı zaman denk geldi. Birçok yazar İbn Haldun’un fikirleriyle kendi fikirleri arasındaki benzerlikten şaşkına döndü. Sonuçta çok ileri karşılaştırmalar yapılmaya başlandı. Örneğin İbn Haldun’un Marx’ın diyalektiğini, Machiavelli’nin virtusunu, Montesquieu’nün çevre konusundaki fikirlerini, Tarde’nin taklit konusundaki görüşlerini, Weber’in liderlik tipolojisini, Darwin’in evrim konusundaki fikirlerini ve Durkheim’ın ‘organik’ ve ‘mekanik’ dayanışma anlayışını dile getirmiş olduğu ileri sürüldü. İbn Haldun’un birçok bilimi kullanması sonucu yazdığı eserler daha öncede belirttiğimiz gibi birçok önemli bilim adamını şaşırtmış ve onların düşüncelerine Orta Çağ’da ulaşması hayrete düşürmüştür.

(Fas'ta bir posta pulunda İbn Haldun)

İbn Haldun eserleriyle sosyoloji, felsefe, tarih, edebiyat ve din ilimleri gibi daha birçok alanlarda araştırmalar yaparak, her şeyi bir bütün olarak ele almıştır. Ancak o devirde tarih biliminde Mukaddime eseriyle yeni bir kuramın başlatıcısı olmuştur. Çünkü devrin tarih anlayışı ‘tarihlendirme, olayların tarihini belirleme’ anlamına geliyordu. Ancak İbn Haldun’un yazdığı dönemde, el-Taberi ve el-Mesudi gibi öncüler bu türü o kadar genişletmişti ki, tarih bilinen ve anlamlı dünyanın kronolojik, ansiklopedik anlatımı şeklinde gelmişti. İbn Haldun bu türü yeniden değiştirerek, yaygın bilgiyi tekrarlama (isnad) metodundan uzaklaşmış ve araştırmalarını ümmet, yani ulus birimine dayandırmıştır. Bu nedenle İbn Haldun, tarih biliminde yapıtlarıyla Orta Çağ’dan bugüne bir üstat, yol gösterici olarak önemini hiçbir zaman yitirmeyecektir.


(İbn Haldun'un hayatını ve Mukaddime eserini anlatan kısa bir video)

KAYNAKÇA
1. Lawrence, B. L. (ed.) , Ibn Khaldun and Islamic Ideology, Leiden: E. J. Brill, 1984
2. İbn Haldun, Mukaddime, C.I-II, Hazırlayan: Süleyman ULUDAĞ, Dergah Yayınları, İstanbul, 2007-2009
3. Marnie Hughes - Warrington, En Önemli 50 Tarihçi, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2014
4. Lacoste, Y. , Ibn Khaldun: The Birth of History and the Past of the Third World, London, 1984
5. ULUDAĞ, Süleyman, “İbn Haldun” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, TDV, C.19, İstanbul 1999.





7 yorum:

  1. Konu ve görseller açısından yararlı bir blog.fakat görsellerin bu kadar çok kullanılması ve konuları paragraflara bölmüş olması dikkat dağınıklığına yol açabilir yasa konu üzerindeki etkiyi azaltabilir.gayet başarılı tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  2. Başarılı bir sunum olmuş ayrıca konu seçimin de güzel tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  3. İbn Haldun aynı zamanda dönemini felsefi ve sosyoloji açısından eserlerinde yansıtan bir tarihçidir. Eserleri hem tarih hem de diğer bilimler açısından çok faydalı olduğunu bugün dahi görebiliyoruz...

    YanıtlaSil
  4. İbn Haldun'u tanıtmak açısından ayrıntılı ve yararlı bir yazı olmuş.Görseller ve video metni desteklemiş.Tebrikler.

    YanıtlaSil
  5. İnsanın alışkanlıklarının, doğuştan getir­meyip, sonradan kazandıklarının ifadesi ol­duğunu, aynı şekilde toplumların ve kavim­lerin bir karakteri varsa, bu karakterin de onların alışkanlıkları ve kazandıklarının eseri olduğunu ve dolayısıyla, geleneklerin, adetlerin in-san doğasını değiştirdiğini sa­vunan İbni Haldun, toplumu ve uygarlığı in­celemek için, İnsan toplumuna etki eden ol­guların nedenlerini aramak gerektiğini belirtmiştir. Bunun gibi daha birçok sosyolojik, felsefi ve tarihi söylemi olan Arap bilim adamı İbn Haldun ile alakalı bu yazı iyi olmuş, emeğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  6. Büyük ihtimalle makalenizi paylaştınız. Genel Dünya tarihi hakkında açıkcası fazla bilgim yoktu. Devamını beklemekteyim. Ve çok teşekkür ederim ..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tarih ile alakalı paylaşımlar yapmak için özel bir isim olarak "Genel Dünya Tarihi" seçtiğimi belirtmek isterim. Çünkü ülkemizde sadece Türk Tarihi üzerinden bir gelişim söz konusu, Dünya Tarihi yada Genel Tarih pek önemsenmemektedir. Ayrıca bu alan Avrupa ve Amerika ülkelerinde çok gelişmiş olması sebebiyle ülkem adına yeni bir başlangıç yapmak istedim. Böylece onların araştırdıkları konuları parçalar halinde burada yazmaya devam edeceğim... Ve'l-hasıl belirtmek isterim ki yazdığım bir makale değildir, bilimsel bir tanıtım yazısıdır. Ancak düşüncelerinizi belirttiğiniz için çok teşekkür ederim...

      Sil